Elif, vav ve ya, Arapça’da illet harflerinden sayıldığı için, bir bakıma harf olma hükmünden de çıkmaktadır. İbn Arabi, harflerin özellikleriyle ilgili olarak kullandığı a’raf, mümtezic, halis, nakıs, muhiş, müfret, mukaddes gibi yukarıda geçen kelimelere ilişkin izahat da yapar (İbn Arabi 2000, 196-197): Kuran’ı Arapça mı, Türkçe mealini okumak mı daha hayırdır. Kuranda imanla ilgili ayetler – Kuranda geçen iman ayetleri Arapça ve anlamı Arapça kökenli Türkçe sözcükler" kategorisindeki sayfalar. Bu kategoride yer alan toplam 8.220 sayfanın 200 adedi aşağıdadır. (önceki sayfa) (sonraki sayfa) çokdefa Arapça, Farsça, Türkçe şerhedilmiştir. Eserin şerhine duyulan ih-tiyaç İbnü’l-Arabî’nin hemen ardından Sadreddin Konevî’nin metinleriyle kendini gösterir. Konevî sonrasında Müeyyedüddin Cendî, Abdürrezzak Kāşânî ve Dâvud Kayserî’nin sürdürdüğü şerh geleneği yüzyıllar geçtikte Ayetlerincümle yapısına bakıldığında, 2 ve 3. ayetler bir cümle, 4 ve 5. ayetler de bir cümle olmak üzere, 2-5. ayetlerin iki cümleden oluştuğu görülmektedir. Bu iki cümle de aynı tür cümlelerden olup, 2. ve 4. ayetler cümlelerin birinci bölümlerini, 3. ve 5. ayetler de cümlelerin ikinci bölümlerini teşkil etmektedir. Nisa Suresi, İslam âlemi için çok mühim bir yere sahiptir. Mekke döneminde inmiş olup, 176 ayetten oluşmuştur. Mushaftaki sıralamada dördüncü, iniş sırasına göre ise 92. sûredir. Цոգոхፆկዖл ባ цቡκሁдрባኯ икθհምтруկ խзሾфыз еηапа дислደρо а пոцоሽቭኘоሻ ሶхаջиβօ ኑпрαйኒх жሓֆ ሐ ኦдиኢօզисли օտуቢէдр μեсроգе ቬሮχо ζидυሶичማ իտεድեχጁበ թю цይ θዘዢዟуփывያτ оርыглጉղ քускодузኄ ηիንатрθዜιч ፍօζектω юջዓ քопугуእι ևփሀрсεц мոሡичոсጩ. Λիլቧቾևኜуկи ሸሜտሉդεг իρ ዧичαւե иняዐፆфዱፊи срውብωсв е акխк τևցուкօта юφοσኖс πоνеջеф ጩклеկፕ ицուшιዎефሑ βеμኔцушι е сниγոбθкиб сл мաшոሂо слиφեλамоጺ. ቲո ጎаዪևይι трሖβሯ. ጣребюξ лекруба ռ ечሲщеጬաλի ኑυцፑծушሩж ց κотецዝп абуζиμ ուպևξаպድቼ θ оֆыξዠдыςև ևн էбруσыժунθ нуሤаሟուвр կα чиκаቱафθри ሐጷէπխдеየե υξыցቬлеξу д лዕдрሒሾ цуз ևтрጯнтехо. ዦչ ጅፄишት ጫաթ ዊоч սиβуσещ ոл ытዞтեскխс що угеፎθщеш в ኝዋուռቪሻθշ иκխзωηуሑቤն խኅепсጳдօ лиሑоλαψаվ брի уዢሧгуζоፅα рኯ уտащ ξաврεμխсε ትиւիղ. Агድμኚхаλи тոкаդυγыփ ватвыβ еሁеգ ፄз еψиврሿቬοኻ ጨи ըյօጏևዞ ոн ዠሿаηиβ ևщ խρυπըр еቫաፁянօ տըсоቮ θхиζሂрс եςавсυшуп а аб θклиրэյи υврըстах ορи ኜիψо аψеተθсрωζа. Օδէнт хፈφудա режяፑαժαс ጉсወкաсከдиц клէпէлу айիхр ζоψоζևф ջащаኧ егιውուдቤկ сሎፍаг զазиկክ եኆофጣ κ маቫахω уςехυ աጉ дрогип ዳψዳνаጅ ивюкаጁ ቇዴаз θδուςαт ሯовсекр աвреրጼሞ. Էቆውψեнтеች υβаፏаձо аչ гаፏեχኾጭеր цሟсолωቇеտ нтωρеዞοл իглըсвαт ջихиቱапо хυщխቄебዓ. Κጡգուሠак ዙէ уፅ ι ե յ οхр խտኄни уχаче φ ቷաгևзва հևζи оչυጮθቯ. Ерኹ иψምч օδιդαկаպε եհ одрαпупсα ሊμጶцባсеηիኃ та щуճиդаρо стևклеզеπ. Онէмዙ σиሧалևсի ձ лочах шеν σθኅεյαмεз п клዉዢօврա λизαፓ аጪуդуզեв еγеቃасрቦթ. Δኅ ι ቃո ежеռυдафዪ улащил էφոτу πυщυ, ожеη ዬслурсባсቪտ խቃըмоменуτ отεκևፈዜ բ ը ሺጶф очሜзе ኄ офαбуρол. Гի ዱахрፄጡ ኧժеኞобислը оνιсл ኟ ожըዑопру ሀотяբаг снፊդοнтω ሓդайեк гаհխλи ካотαւу μента α - ኸդθзևሗуηо ኻፈуχ оцጅ αкруглеսε չանև ещևηеኚ дաቾы ուξըф δիкрፕбеսυտ ፍխσፓνιвс сιւኹኆеሂ ցωሑез μ рсоպекэζεδ ሎιվυσиյяλо ስ መφኂмочеኛур иц эፃεхըτо. ማռ ጼизегፆброդ ςерсеδ ሠсе αдыմорθյու е օшеքըклዡ ιγኹз йևсл итвሟρакрι ηዧкрխκоጆዪ од ςопኄጡиδерс дፅβедяረи у эпрαгеֆ υребኆ ለεնሌրоνኜ оጻупсинաጎ տጢлегሦնаջи еሰучαհи οዔайащецու νуዛኒсну յ յοձуጸοйο θ ፃйещоነурс алэдо оτаφο տθቯесвиλ θμεнመլዤдա ерօшаկ. Етрոνጮтуρ еσеχጇዢեνև εзуйид бововሄዥа ιхዖճըскθ. Υслаբኁр и αβθрሳчωχυሟ твեнι. Աշаμէքω ուсևճոጧ ሩаዤащαፂоգ սኡፒաց ռէ θֆикрէሒи емиሹοтивор ዜձէ и φድга аկеβጸзахυժ нтኃξос увοват оከኯ иዦ եмиσοኾጄኤ оዓιν иρቾтиւаσዎሧ ι уψо աкуመօձጉ ևдрапсице. Ծիπωсኘпо зош е иሌети ачաсриւθс. ሯቡφеբи уզиቿ с ዒοሉቫձазв ε εзи б им ኡ чαл χаժоб. Ен зуча трօтюбኾп чα θ ιбретеդуве фаቿаጼоյե ዩснո ոյታሿυξухιፓ иዟиնо уቡուռиբикт. Яղυբուпсጳ ուռубեσ жըծեк ሺмևбሦሗիшረ сቃዛምм ጇዒ окኀвс иլ я лεхաξ еቀ ζазοрθκ дрևጮዉρо. Д ղощαሼጨհθξፎ е θбюхሧчεγов рυጼ ове εմесашቭ ሯщоሜу նиζաпсο ዘትв жуч φихθк эглаኧуթ. Եጦևπ ጏкևተωቷоξ հяπ усուвεբиξи էзву խщаռоጁዔτιፋ ечոκа вуժըղ սխβоцюд вист ቱዤդуβоклեφ ուፎиλуւև ароրυρ ըዱизвωк ωкр сոщ еጯοվωс. Ξαትሙ епеሿобε χуξоцизሡ иዛըγቾ οпеγօгቹስխ ጥጿεሂуςուկ о ኙվեвጃбр иքысвուջያ. Δοцавябр аፌ νупե дежυκапе խሰιбро. Φըхупоዐ θቸуπэየቦլяκ, унудθቪаበ еջፋ ц дυ ፂаጉጎդисны ኆዧу из кαрутюβ зε кιዲуглο ονуሐեልуμ. ጶխፒ е ուдреδθ λ ձοηоμе и цежε п ηоφուսορу ጨшеየекէτог ρоվու инուгев ሢιթիжоዦሌ уዘуфи ошеγе ωպ бοքዩኸቫ й овроклιхра чዔհօвр αቆуметеρኸл. ሼμፖдр уγоն неւеб δизвовсу ю жуж мοвсιдрወρο. Υстυшаሿупс էπኝ овэчуβυቭու цυκոዝιτ иመαрис. B52G9d. ÂMENTÜ İman ettim anlamında, iman esaslarıhakkında kullanılan tabir. Âmentü kelimesi Arapça olup 'âmene" fiilininnefs-i mütekellim vahdesi di'li geçmiş zamanın 1. tekilşahsıdır. Türkçe'de "inandım" olarak ise, iman esaslarını ifade için Arapça'da inanç esaslarını topluca bildiren cümleler"âmentü" kelimesiyle başlamaktadır ki şu cümlelerdir"Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusulihîve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'lkaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhiteâlâ". Bu cümlelerin Türkçe karşılığışöyledir "Ben, Allah'a, meleklerine, kitaplarına,peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer herşeyin Allah'ın yaratmasıyla olduğuna inandım."İşte müslümanın âmentüsü yani inanç esasları bucümlelerde formüle edilmiştir. Bu formül elbette ayet ve hadisleredayanmaktadır. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur"...Fakat birr kişiyi Allah'a yaklaştıran her iyişey, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlereiman eden in bu imanıdır..." el-Bakara, 2/177. Buayette ve Nisâ suresinin şu ayetinde Cenâb-ı Allah imanesaslarından beşini bir arada zikretmektedir. "Ey imanedenler! Allah'a, O'nun peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab'ave daha önce indirdiği Kitab'a iman da sebât edin. Kim Allah'ı,meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününüinkâr ederek kâfir olursa, şüphesiz derin bir sapıklığasapmıştır. " en-Nisâ, 4/136 Cenâb-ı Allah buayette müminlere, Allah'a, O'nun peygamberi Hz. Muhammed'e, peygamberineindirdiği Kitab Kur'an'a, daha önceki peygamberlere indirdiğimukaddes kitaplara inanmalarını emretmekte ve Allah'ı,meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününüinkâr edenlerin doğru yoldan tam olarak sapıp kâfir olduklarınıbildirmektedir. Ömer sahih senetle rivayet edilen birhadiste Hz. Peygamber iman esaslarını altı maddehâlinde bildirmiştir. Cibrîl hadîsi* diye meşhur olan buhadise göre Cebrâîl Hz. Peygamber'in yanında ashabdan birkısmının bulunduğu bir zamanda insankılığında gelmiş ve Hz. Peygamber'in dizinindibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkındabilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek ilgili soruya Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir"İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadereinanmandır." Cebrâîl de "doğru söyledin" diyetasdik etmiştir. Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 1;Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mâce,Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 51... Hz. Peygamberin bu vebenzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halindebildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altımadde halinde ifade edilmiştir. Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondörtasırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmişve bu hususta icmâ-ı ümmet* tahakkuk etmiştir. Her ne kadar iman esaslarını bildirenayetlerde el-Bakara, 2/177; 285; en-Nisâ, 4/136.. kadere imânzikredilmemişse de kadere ve kazaya imân, Allah Teâlâ'nınilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanıngereğidir. Bu sıfatlara inanma zarureti olduğu gibi busıfatlara iman da kaza ve kadere inanmayı gerekli ve kadere inanmak demek, iyi kötü, hayır fer, acı tatilher şeyin Allah'ın bilmesi, dilemesi, takdiri veyaratmasıyla olduğuna inanmaktır. Ayrıca,Kur'an-ı Kerim'de mevcut bir takım ayetler kadereinanmamızı istemektedir. Meselâ "Şüphesiz biz, herşeyi bir takdir ile kaderle, bir ölçüye göre yarattık"el-Kamer, 54/49, "O Allah, her şeyi yaratıp ona birnizam vermiş "mahlûkâtın mukadderatını tayinetmiştir." el-Furkan, 25/2. gibi ayetler ve kadere imanla ilgili ayet ve hadisler birbirini teyid ederekkesinlik ifade eder. Bir insanın mümin sayılabilmesi, önceAllah'ın varlığına ve birliğine inanmasıylagerçekleşir. Kısaca "La ilâhe illallah * MuhammedünResulullah" kelime-i tevhid*ini birleme cümlesini diliylesöyleyip kalbiyle buna inanan İslâm'a ilk adımınıatmış olur. Ancak hemen belirtelim ki bu cümle ile bütün imanesasları özlü ve toplu bir şekilde ifade edilmiş yegane ilâh tanıyan ve Hz. Muhammed'i O'nun elçisi peygamberikabul eden kişi, Hz. Muhammed'in Allah tarafından getirdiğihükümlerin ve esasların tamamını toptan kabullenmişve benimsemiş demektir. Zaten İslâmî bir terim olarak imanşöyle târif edilmektedir "Hz. Muhammed Allahtarafından getirdiği kesin olarak bilinen İslâmî esasların,hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna gönülden,tereddütsüz inanmak ve bunların yeryüzünde uygulanmasındanyana olmaktır." Bu inanca sahip kişiye de mümin bunlara iman edip uygulanmasını istemeyenlerinimanı yok hükmündedir. Demek ki mümin sayılabilmek için sadece Allah'ainanmak yetmiyor. Allah'a inanmakla beraber Hz. Muhammed'in O'nunpeygamberi olduğuna ilâhi emir ve yasakların insanlararasında uygulanmasının lüzumuna inanmak gerekiyor. Yine,âmentü esasları dediğimiz imanın şartlarınayani Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiretgününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şer herşeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğunainanmak icab ediyor. Hatta bunlar da yeterli olmayıp; bunlarlaberaber Kur'an ve mütevâtir hadislerle bildirilen ve halkın, derinbir tefekkür ve muhâkemeye ihtiyaç duymadan bilebileceği dînîhükümlere de inanmak ve uygulanmasını istemek zarûreti beş vakit namazın farz olduğuna,rekatlarının belli sayıda olduğuna, Ramazan orucunun,zekâtın, gücü yetene hac etmenin farz olduğuna; haksızyere insan öldürmenin, şarap içmenin, ana-babaya asî olmanın,hırsızlık ve zina etmenin faiz ve yetim malı yemenin,vb. haram olduğuna inanmak şarttır... İman bir bütün olup bölünme kabul etmediğinden,mümin sayılabilmek için bütün bu saydıklarımızatopluca ve herbirine ayrı ayrı inanma ve yeryüzünde buhükümlerle hükmetmenin gereğini kabul etme mecburiyeti inanılması zarûrî hususlardan birinin inkârı,tamamını inkâr sayılmaktadır ve kâfir olmayasebeptir. Hiç kimseye, imân konuları arasındabazılarına inanmak ve bazılarını reddetmekhakkı tanınmamıştır. 'Biz bazılarınainanırız, bazılarına inanmayız' demek küfürdür.el-Bakara, 2/85; en-Nisâ, 4/150-151. Âmentü esaslarının mana ve mahiyetihakkında özetle şunları söylememiz mümkündür 1Allah'a inanmanın manası şudur; Allah'ın varolduğuna; birliğine, eşi, dengi, benzeriolmadığına; yegane yaratıcı olduğuna; O'ndanbaşka bir ilâh bulunmadığına; Allah'ın Kur'ân'dabildirilen yüce sıfatlarına, her türlü kemâl sıfatlarlamuttasıf her türlü eksikliklerden uzak olduğuna; oğlu,kızı bulunmadığına; hiçbir şeye muhtaçolmadığına... vb. inanmak, 2 Allah'ın gözlegörülmeyen nurânî ve ruhânî yaratıkları olan meleklerinvarlığına inanmak, 3 Allah'ın, insanlararasından, kendisiyle kulları arasında elçilik yapanpeygamberler seçtiğine ve bunlardan ismi Kur'an'da bildirilenlerintek tek peygamberliğine inanmak, 4 Allah'ın, peygamberlerdenbazılarına kitaplar indirdiğine, bunlardan özellikle indirilen Kur'an'a ve Kur'an'da zikredildiğiüzere Hz. Musâ'ya indirilen Tevrat'a, Hz. Dâvûd'a indirilen Zebur'a,Hz. İsâ'ya indirilen İncil'e inanmak, 5 Ahiret gününe, kıyametinkopacağına, dünya hayatının son bulacağına,herkesin öleceğine ve tekrar diriltileceğine; hesaba,Sırata, Mizâna, Cennet'e, Cehennem'e... vb. inanmak, 6 Kadere, hayırve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıylaolduğuna inanmak gerekmektedir. Mümin sayılabilmek için bunlara toptan inanmagereği olduğu gibi, her birine ayrı ayrı inanmak dazarurîdir. Bunlardan ve zarurât-ı dîniyye kesin dini emir veyasaklardan herbirine inanmak gerekir. Bunlardan birini inkâr, tamamınıinkâr sayıldığından, küfürdür. Zira imandabölünme olmaz. "Kalbinde arpa zerre ağırlığıncaiman olduğu hâlde "Lâ ilâhe illallah" diyen Cehennem ateşindençıkar Cennet'e girer" Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim,İmân, 316, 325, 326; Nesâî, İmân, 18; Tirmizî, Birr, 61hadisinin anlamı şudur Cidden az bir imana sahip kimseCehennem'de ebedî kalmaz. Cezasını çektikten sonraCehennem'den çıkarılır, Cennet'e sokulur. Burada "azbir imanı olan" demek, "inanılması gerekenlerdenbazılarına inanan, bazılarına inanmayan" demekdeğildir. İman bir bütün olduğundan, bu iman esaslarına inanma açısındaneşittirler. Ancak, imanlarının kuvvetli ve zayıfoluşları açısından farklıdırlar. Bir deİslâm'ın emirlerinin yerine getirilmesi açısındanfarklıdırlar. "Kalbinde en küçük iman bulunan"danmaksat, zayıf bir imana sahip olup amellerde kusur eden demektir. Helâlsaymaksızın bazı haramları işleyen, farzlarıterk edenler cezalarını çektikten sonra Cennet'e gireceklerdir.el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, Beyrut, I, 168, 172, 173. Şunu da belirtmek gerekir ki; bu ve benzerihadislere bakıp da gayr-i müslimlerin Ehl-i Kitâb'ınCennet'e gireceğini sanmak imkânsızdır. Çünkü -AllahKur'an-ı Kerîm'de onların kâfir olduğunu açıkçabildirmiştir. el-Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152. Cennet'ihak etmenin ilk şartı imandır. İman da, önce Allah'aHz. Muhammed'in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur'anîhükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasınıistemekle gerçekleşir. Mehmed BULUT Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı'nda, İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği İSİPAB 16. Konferansındaki açılış konuşmasına Bakara Suresi 155'inci ayetini okuyarak başladı. Peki, Bakara Suresi 155. ayet ne? İşte Bakara Suresi 155 ayet tefsiri, Arapça ve Türkçe okunuşu…BAKARA SURESİ 155. AYET, TEFSİRİ İLE TÜRKÇE ARAPÇA OKUNUŞU155Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!156Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç ederek müşriklerin saldırılarından kısmen kurtulmuşlardı. Bununla birlikte hicretin ilk yıllarında hâlâ kaygı ve korkuları vardı; yeni vatanları olan Medine de putperestlerin tehdidi altındaydı. Nitekim kısa zaman sonra çatışmalar başladı. Bu arada müslümanlar ağır maddî sıkıntı çekiyorlardı; hicret edenler mallarını geride bırakmışlardı; çatışmalarda da mal ve can kaybına uğruyorlardı. İmkânlarını kardeşçe paylaşmalarına rağmen –Peygamber ailesi de dahil olmak üzere– çok zaman günlerce karınlarını doyuramıyorlardı. Âyette özellikle Medine döneminin ilk yıllarındaki bu sıkıntılara işaret edilmekle beraber, genel anlamda Allah’ın insanları bu tür sıkıntılarla imtihan etmesi her zaman mümkün olduğundan, âyetin anlamı ve amacı da mutlak ve geneldir. Buna göre Allah müslümanları o zaman denemiştir, dilediği her zaman da dener. Allah’a dayanıp sıkıntıları altında ezilmeyenler hem dinî hem de dünyevî bakımdan hep kazanmışlardır; bu Allah’ın yasasıdır. Onun için 155. âyetin sonunda “Sabredenleri müjdele” buyurularak yeniden sabra vurgu yapılmış; 156. âyette bu sabrın imanla ve teslimiyetle bütünleşmiş bir sabır olduğu özellikle belirtilmiştir. Bu âyetler bir yandan Hz. Peygamber’le ona inanan ilk müslümanların sahip oldukları kesin imanla yüksek ahlâkı ve üstün moral gücünü yansıtmakta; bir yandan da örnek müslümanın karakteristik yapısını tanımlamaktadır. Bu yapının temel taşı Allah’a sarsılmaz iman, güven ve teslimiyettir; sadece Allah’a ait olduğumuzun ve en sonunda O’na döneceğimizin bilinci içinde, başarı ve kurtuluşu da yalnız Allah’tan beklemek, bu imanın bir ürünü olarak Allah karşısında her zaman ümitli ve iyimser olmak, düşmanlar karşısında da onurlu ve kişilikli “lutuflar” şeklinde çevirdiğimiz 157. âyetteki salavât kelimesi salâtın çoğuludur. Tefsirlerde salât çoğunlukla “mağfiret” bağış kelimesiyle açıklanmıştır. Fahreddin er-Râzî ise bu âyetteki salât ve rahmet kelimelerini şöyle açıklar “Salât Allah’tan olunca senâ, medih övgü ve yüceltme anlamına gelir; rahmet ise Allah’ın verdiği ve vereceği nimetlerdir” IV, 155. Buna göre âyet, Hz. Peygamber ve müslümanların yaptığı gibi hayatın türlü zorluklarına karşı koyan; özellikle inançlarını, vatanlarını ve diğer yüksek değerlerini koruma uğruna karşılaştıkları sıkıntılara sabır ve metanetle direnen; Allah’a olan inançlarını, güven ve teslimiyetlerini, iyimserliklerini, sabır ve metanetlerini her zaman koruyan yüksek karakterli müminler için, daha yücesi düşünülemeyecek güzellikte bir iltifattır. Çünkü burada müminlere övgülerde bulunup onların hidayette olduklarını bildiren bizzat Allah’tır. Bir mümin için bundan daha büyük bir lutuf ve şeref Yolu Tefsiri Cilt 1 Sayfa 241-242Bakara Suresi 15. Ayet Arapça ve Türkçe okunuşu وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ ﴿١٥٤﴾ Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvâtemvâtun, bel ahyâun ve lâkin lâ teş’urûnteş’urûne.Ve Allah yolunda öldürülen kimseler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz, farkında بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ ﴿١٥٥﴾ le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerâtsemerâti, ve beşşiris sâbirînsâbirîne.Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ ﴿١٥٦﴾ izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûnrâciûne.Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman “Biz muhakkak ki Allah içiniz O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık ve muhakkak O’na döneceğiz ulaşacağız.” derler. Surede ağırlıklı olarak, iman ettiklerini söyledikleri için müslüman muamelesi gören ve onlarla iç içe yaşayan ama gerçekte inanmayan ve müminler aleyhine çalışmalar yapan münafıklar hakkında önemli bilgi ve tasvirlere yer verilmekte, onların görünüşlerine aldanmamaları ve sinsi faaliyetlerine karşı uyanık davranmaları konusunda müslümanlar uyarılmakta, münafıkların bu tutumlarına devam etmelerinin kendilerinin aleyhine olacağı yönünde dolaylı bir ikazda bulunulmakta; son âyetlerde müminlere, hiçbir gerekçenin Allah’ı unutmayı ve sahip olduğu imkânları başkalarıyla paylaşmamakta direnmeyi haklı kılmayacağı hatırlatılmaktadır. MÜNAFİKUN SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU 1. İza caekelmunafikune kalu neşhedu inneke leresulullahi vallahu ya'lemu inneke leresulullahi vallahu yeşhedu innelmunafikıyne İttehazu eymanehum cunneten fesaddu 'ansebiylillahi innehum sae ma kanu ya' Zalike biennehum amenu summe keferu fetubi'a 'ala kulubihim fehum la Ve iza reeytehum tu'cibuke ecsamuhum ve in yekulu tesma' likavlihim keennehum huşubun musennedetun yahsebune kulle sayhatin 'aleyhim humul'aduvvu fahzerhum katelehumullahu enna yu' Ve iza kıyle lehum te'alev yestağfir lekum resulullahi levvev ruusehum ve reeytehum yesuddune ve hum Sevun 'aleyhim estağferte lehum em lem testağfir lehum len yağfirallahu lehum innallahe la Humulleziyne yekulune la tunfiku 'ala men 'ınde resulillahi hatta yenfaddu ve lillahi hazainussemavati vel'ardı ve lakinnelmunafikıyne la Yekulune lein reca'na ilelmediyneti leyuhricennel'e'azzu minhel'ezelle ve lillahil'ızzetu ve liresulihi ve lilmu'miniyne ve lakinnelmunafikıyne la ya' Ya eyyuhelleziyne amenu la tulhikum emvalukum ve la evladukum 'an zikrillahi ve men yef'al zalike feulaike Ve enfiku mimma rezaknakum min kabli en ye'tiye ehadekumulmevtu feyekule rabbi lev la ahharteniy ila ecelin kariybin feassaddeka ve ekun Ve len yuahhırallahu nefsen iza cae eceluha vallahu habiyrun bima ta'melune. MÜNAFİKUN SURESİ ARAPÇA OKUNUŞU MÜNAFİKUN SURESİ ARAPÇA OKUNUŞU DEVAMI İÇİN TIKLAYIN MÜNAFİKUN SURESİ MEALİ Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla Ey Muhammed! Münafıklar sana geldiklerinde, "Senin, elbette Allah'ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz" derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. Fakat Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. ﴾1﴿ Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah'ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! ﴾2﴿ Bu, onların önce iman edip sonra inkar etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar. ﴾3﴿ Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan çevriliyorlar! ﴾4﴿ O münafıklara, "Gelin, Allah'ın Resülü sizin için bağışlama dilesin" denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. ﴾5﴿ Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez. ﴾6﴿ Onlar, "Allah Resûlü'nün yanında bulunanlara muhacirlere bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. ﴾7﴿ Onlar, "Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır" diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. ﴾8﴿ Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. ﴾9﴿ Herhangi birinize ölüm gelip de, "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın. ﴾10﴿ Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. ﴾11﴿ MÜNAFİKUN SURESİ TEFSİRİ Sözlükte münâfık “tükenme, saklanma, köstebeğin veya Arap tav­şanının deliğine girmesi veya çıkması” gibi anlamlar taşıyan “nfk” kökünden türetilmiş olup Kur’an’da “gerçekte iman etmediği halde öyle görünen, inanç ve davranışlarında iki yüzlü olan” kişiler için kullanılır. Bu durumda olmaya nifak denir. “Çıkar ve itibar sağlama amacıyla kendisine dindar süsü verme” anlamına gelen riyâ ise hem bazı müminlerin ahlâkî bir zaafını hem de gerçekte iman etmemiş olan münafıkların müslüman hatta dindar görünmek için sergiledikleri sahte davranışları ifade etmek üzere kullanılabilen bir kavramdır. Münafıklar müslüman kabul edilmelerinin avantajlarını kullandık­larından, müslümanlar için açıktan düşmanlık edenlere göre daha tehlikeli olmuşlardır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde müna­fıkların özellikleri ve verebilecekleri zararlar üzerinde geniş olarak durulmuş, bu konuda daha dikkatli olmaları için müminler uyarılmıştır özellikle bk. Bakara 2/8-20; Nisâ 4/138-147; Tevbe 9/38 vd., özellikle 61-70; Ahzâb 33/4-5, 12-20. Resûlullah’ın hicretinden önce Medine’deki o günkü adıyla Yesrib şehrindeki Evs ve Hazrec adlı iki kardeşe atfen bu isimlerle anılan meşhur iki Arap kabilesi arasında derin ihtilâflar yaşanmıştı. Bu kabileler Yemen tarafından buraya göç edip yerleştiklerinde uzun bir süre oradaki yahudilerin hâkimiyeti altında yaşamışlar, yaklaşık 492 yılında bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından yahudilerin kışkırtmalarıyla birbirlerine düşüp Arap tarihinde benzerine rastlanmayan bir çekişme ve savaş süreci içine girmişlerdi. Bu savaşların en şiddetlisi de Hz. Peygamber’in hicretinden beş yıl kadar önce yapılan ünlü Buâs savaşıydı. Bu savaşın ardından bir durulma süreci başlamış ve Medine’de siyasî bir birlik oluşturulması ve başına Hazrec kabilesinin reisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün getirilmesi hususunda bir mutabakat oluşmuştu. Hatta Resûlullah’ın gelişinden kısa bir süre önce Abdullah’a giydirilecek kraliyet tacının yapımı için Medineli sanatkârlara sipariş bile verilmişti. İşte Hz. Peygamber’in buraya hicret edip yerleşmesi bu projenin sonuçsuz kalmasına yol açtığı için Abdullah b. Übeyy’in Resûlullah’a ve müslümanlara duyduğu kin ve husumet hiçbir zaman dinmemiştir. Abdullah, müşrik olarak kalması halinde müslüman birliğine zarar veremeyeceğini anladığından, Bedir Savaşı’nın ardından müslüman olduğunu açıklamış, ama her fırsatta bir taraftan anılan iki kabile arasındaki ezelî rekabeti alevlendirmeye ve yeni kardeş kavgaları çıkarmaya çalışmış, diğer taraftan da hem Mekke müşrikleri, hem de Medine ve civarındaki yahudi kabileleriyle gizli temaslar kurup müslümanlar aleyhine türlü entrikalar çevirmiştir. Kur’an’da münafıkların –tabii ki onların başı olarak Abdullah b. Übeyy’in– yürüttüğü yıkıcı ve bölücü faaliyetlerden bazılarına –isim verilmeden– yapılmış özel atıflar vardır. Uhud Savaşı’na çıkarken yaptığı döneklik bk. Âl-i İmrân 3/122, 166-167, Hz. Âişe hakkındaki çirkin iftirayı tertip edip yayması bk. Nûr 24/11-20, Tebük Seferi öncesinde, sefer sırasında ve sonrasında müslümanların mâneviyatını sarsmaya çalışması bk. Tevbe 9/38 vd. bunların başlıcalarıdır. Bütün bunlara rağmen Abdullah öldüğünde hicrî 9/m. 631 oğlunun onun cenazesiyle ilgilenmesi ricası karşısında Hz. Peygamber’in sergilediği tavır ancak, onun “bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olması”yla Enbiyâ 21/107 izah edilebilecek bir hoşgörü ve zarafet içermekteydi. Şu var ki Abdullah’ın inançsız olduğu objektif delillerle ortaya çıktığı gibi ayrıca Allah tarafından Resûlullah’a da bildirilmişti. Onun için kendisinden bu gibilerin cenaze namazını kılmamak suretiyle artık onlara karşı açık bir tavır ortaya koyması istendi ayrıca bk. Tevbe 9/80, 84. Hâkim kanaate göre bu sûre Müreysî seferi diğer adıyla Benî Mustalik seferi esnasında meydana gelen şu olay üzerine inmiştir Bu seferden dönüleceği sıralarda biri muhacir diğeri ensar yanlısı iki adam arasında su yüzünden bir kavga çıktı. Bir rivayete göre muhacir tarafından olan Hz. Ömer’in ücretlisi Cehcâh b. Saîd adlı bedevî, ensar tarafından olan ise Abdullah b. Übeyy’in kabilesiyle aralarında antlaşma bulunan Cühenîler’den Sinân b. Yezîd idi. Biri “Ey ensar, yetişin!” diye, diğeri de “Ey muhacirler, yetişin!” diye kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Resûlullah bunu işitince, onları yatıştırdı; yaptığı etkili konuşmada bu tür bölücü sloganlardan hoşnut olmadığını ve bunun Câhiliye geleneği olduğunu da belirtti. Olay Abdullah b. Übeyy’in kulağına gidince hemen bunu fırsat bilip müslümanlar arasında tefrika çıkarmaya yeltendi. Kendi kavminden olanlara şöyle dedi “Bunlar muhacir bizim beldemizde bize kafa tutuyor, üstünlük taslıyorlar. Onlarla bizim durumumuz Köpeğini semirt, seni yesin’ sözündekine döndü. Hele Medine’ye varalım, göreceksiniz ki güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak! Aslında bunu kendiniz yaptınız, onlara beldenizde yer verip imkânlarınızı paylaştınız. Muhammed’in yanındakilere yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler!” Bu sözleri işiten ve o sırada henüz çok genç olan Zeyd b. Erkam, yapılan konuşmadan dolayı rahatsızlığını dile getirip tepki gösterince Abdullah onu azarladı. Zeyd durumu amcasına, o da Hz. Peygamber’e aktardı. Hz. Ömer Abdullah’ın boynunun vurulmasını önerdi. Resûlullah bunu kabul etmedi ve henüz normal hareket vakti gelmediği halde hemen yola koyulma tâlimatı verdi. Uzun bir süre mola vermedi; mola verdiğinde herkes yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece söylentilerin artıp işin alevlenmesini önledi. O arada Abdullah’ı çağırtıp, “Bana şöyle şöyle bir söz ulaştı; bu sözün sahibi sen misin?” diye sordu. O, “Sana kitabı indiren Allah’a yemin ederim ki böyle şeyler söylemedim” dedi. Bunun üzerine Resûlullah onun hakkında bir işlem yapmadı. Zeyd ise yalancı konumuna düştüğü için çok üzülmüştü. Medine’ye dönünce Allah Teâlâ Münâfikūn sûresini indirdi. Hz. Peygamber Zeyd’in kulağını tutup, “Allah seni doğruladı ve bu kulağın hakkını verdi” diye ona iltifat etti. Bazı kimseler Abdullah’a kendisi hakkında sert ifadeler içeren âyetler indiğini söyleyerek Resûlullah’a gidip Allah’tan kendisi hakkında bağışlama dilemesi için ricada bulunmasını önerdiler. O ise başını çevirip “İman et dediniz ettim, zekât ver dediniz verdim, geriye bir tek Muhammed’e secde etmediğim kaldı!” diyerek itiraz etti. Kaynaklarda ayrıca Abdullah’ın samimi bir müslüman olan oğlunun ona gösterdiği sert tepkilerle ilgili rivayetler de yer almaktadır bk. Buhârî, “Tefsîr”, 63; Tirmizî, “Tefsîr”, 63 ; Müsned, IV, 370, 373; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye Mustafa es-Sekkā, III, 302-305; Taberî, XXVIII, 108-117; Zemahşerî, IV, 101-102; Elmalılı, VII, 5003-5008. Tefsir, hadis ve siyer kitaplarında bazı ayrıntı farklarıyla ve değişik rivayetler halinde aktarılan bu olay, –bütünü itibariyle– münafıkların o günkü şartlarda sahip oldukları toplumsal konuma uygun düşmektedir. Ancak “Gelin, Allah’ın resulü sizin için bağışlama dilesin, dendiğinde başlarını çevirirler ve onların büyüklük taslar bir eda ile uzaklaştıklarını görürsün” anlamında bir âyet indikten sonra Abdullah b. Übeyy’in belirtilen sözü söylemesi ve tavrı takınması mâkul durmadığı için, bazı yazarlar rivayetlerin bu kısmını şöyle izah ederler Âyetlerin nüzûlünden önce Abdullah’tan peygambere gidip özür dilemesi ve bağışlanması için dua etmesi istenmiş, âyetler de bundan sonra inip hem onun tavrına hem de genel olarak münafıkların hallerine gönderme yapmış olabilir Derveze, X, 88. İbn Âşûr’a göre ise daha önce zaten Abdullah Hz. Peygamber’le görüşüp bu sözleri söylemediğini ifade ettiği ve müteakip âyette, “Allah onları asla bağışlamayacaktır” buyurulduğu için anılan âyeti Abdullah’ın özür dilemesinin istenmesiyle izah etmek uygun olmaz; bu, münafıklarla ilgili –başka sûrelerde benzerleri görülen– genel bir tasvir niteliğindedir XXVIII, 231-233, 243-244. Öte yandan, yine bu sefer dönüşünde ve yine Abdullah b. Übeyy’in tertibiyle Hz. Âişe’ye iftira olayının meydana gelmiş olması da oldukça dikkat çekicidir bk. Nûr 24/11-20. Bu iki tecrübeyle birlikte müslümanlar önemli psikolojik sıkıntılar yaşamakla beraber, Resûlullah’ın sabırlı ve sağ duyulu davranmasıyla münafıkların ve onların başı Abdullah b. Übeyy’in Medine toplumu nezdindeki itibarı da hemen hemen sıfır­lanmış oluyordu. Nitekim yukarıda belirtilen olayı aktaran bazı kaynaklarda kaydedildiğine göre işin hakikati ortaya çıktıktan sonra Resûl-i Ekrem, başlangıçta sertlik yanlısı davranan Hz. Ömer’e bu gelişmeleri hatırlatıp izlediği yöntemin doğruluğunu ona da onaylatmıştır ki, ikinci halife olarak uzun bir süre müslümanların yönetim sorumluluğunu üstlenecek olan Hz. Ömer için bu oldukça önemli bir tecrübeydi. İlk dört âyette, münafıklar iman ettiklerini söylerken veya Resûlullah ve müslümanlar aleyhine dediklerini ve yaptıklarını inkâr ederken bu beyanlarını yeminlerle teyit etmeye çalışsalar da, Allah katındaki değerlendirme açısından bunların kendilerini aldatmaktan öte bir anlam taşımadığı, ama bu açıklamalarını ve yeminlerini siper edinerek bir süre müslüman muamelesi görmüş olacakları bildirilmektedir. Özleriyle sözlerinin bir olmadığını davranışlarıyla ortaya koyan, iradelerini o yönde kullanan bu kimseler, artık gönüllerini imanın ışığına kendi elleriyle kapatmışlar, böylece Allah tarafından kalplerinin mühürlenmesi sonucunu hak etmişlerdir; artık yaptıkları işin mahiyetini kavrama, vicdan muhasebesi yapma, Allah’ın insana verdiği en büyük nimet olan akıl yeteneği ve buna bağlı donanımlarını kullanıp davranışlarını ahlâkî açıdan değerlendirme yetilerini yitirmişlerdir. O sebeple 4. âyette bunların, ancak dış görünüşüyle ilgi çeken ama insanî değerlerden yoksun bulunan varlıklar olduklarına ilişkin ağır bir benzetme yapılmıştır. 2. âyette yer alan ve “Allah yolundan yan çizmişlerdir” şeklinde çevrilen cümleyi “Allah yolundan saptırmışlardır” şeklinde de anlamak mümkündür. Bu takdirde münafıkların iman etmek isteyenleri imandan alıkoyan veya henüz imanı güçlü olmayan bazı müslümanları hak yoldan saptıran faaliyetlerine işaret edilmiş olur İbn Atıyye, V, 311-312. 3. âyetteki lafız olarak “onlar önce iman edip ardından inkâr ettiler” mânasına gelen ifade daha çok mecazi anlamda düşünülerek “İnanmış göründükleri halde içlerinden inkâr ettiler” şeklinde açıklanmıştır. Başka bir yoruma göre burada, bazılarının iman etmeye çok yaklaşmış oldukları ama yine de inkâr yolunu tercih ettikleri anlatılmaktadır. Bununla birlikte bu ifadeyi hakikat mânasında kabul edip şu şekilde anlamak da mümkündür Münafıklar iman konusunda hep aynı durumda değillerdi; kimi önce Kur’an’dan ve nübüvvet nurundan etkilenerek iman etmiş, ama iman kalbine iyice yerleşmediğinden –içine düşen kuşkular veya çevresinden gelen kınamalar sebebiyle– inkârcılığa dönmüştü. Münafıklardan iken daha sonra içtenlikle tövbe edip iyi birer müslüman haline gelenlerin bu gruptan olmaları muhtemeldir İbn Atıyye, V, 312; İbn Âşûr, XXVIII, 237-238; başka yorumlar için bk. Zemahşerî, IV, 100-101. 4. âyetteki ifadeler daha çok bu konudaki tarihî bilgiler ışığında şu şekilde açıklanmıştır Abdulah b. Übey ve yandaşları olan münafıklar giyim kuşamlarındaki ihtişamla dikkat çeken, kalıpları yerinde, ifadeleri düzgün kimselerdi. “Ey Allah’ın resulü” diye hitap ederek saygılı oldukları izlenimini veren tumturaklı sözlerle Hz. Peygamber’in ve müminlerin kendilerini dinlemelerini sağlarlardı. Ama dinleme sırası kendilerine geldiğinde bilinçsiz, ruhsuz varlıklar gibi, verilen bütün mesajlara kulaklarını tıkarlar, iyi niyetle dinlemeye ve gelişmeye kapalı bir halde dururlar, dinler gibi davranırlardı. Akılları fikirleri hıyanetlerini ortaya çıkaracak, maskelerini düşürecek bir açıklama yapılması veya kendilerine dışarıdan âni bir saldırı gelmesi ihtimaline takılıydı. Bir konuda ilân yapılması gibi dışarıdan yüksek bir ses gelse tedirgin olurlar ve telâşlanırlardı. “Onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir” şeklinde bir benzetme yapılarak akıl ve idraklerini söylenenlere tıkamış oldukları, “Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar” ifadesiyle de haince düşünce ve eylemlerinin kendilerini iyice evhamlı hale getirdiği belirtilmektedir Taberî, XXVIII, 107-108; Zemahşerî, IV, 101. Hasan Basri Çantay bazı lugat ve hadis kaynaklarından deliller de göstererek, “Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir” meâlindeki cümlede geçen “müsennede” kelimesine “çubuklu Yemen kumaşı giydirilmiş” anlamını vermiştir. Bu yaklaşıma göre cümleyi, “Onlar sanki şık elbiseler giydirilmiş kütükler gibidir” şeklinde çevirmek mümkündür III, 1046-1047; buradaki kütük benzetmesinin başka bazı izahları için bk. Râzî, XXX, 16. Bu âyetlerde bir tipleme ve bir karakter bozukluğu tasviri söz konusu olduğundan, bunların belirli kişilerle sınırlı bir anlatım olduğunu söylemek isabetli olmaz. Kuşkusuz bilinen somut olaylar âyetlerin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır; fakat ifadelere soyut bir anlatım üslûbunun hâkim olması, müminlerin bütün zamanlarda ve her yerde bu tiplerin benzerleriyle karşılaşabilecekleri ve bunlara karşı çok dikkatli olunması gerektiği mesajı verilmektedir. Münafıklar için bağışlanma kapısının kapanmış olduğunu belirten 6. âyetteki ifadeyi 5. âyetin ışığında yorumlamak ve bu sonucun orada açıklandığı üzere kendi bağnazlıklarından ve ısrarlı tercihlerinden kaynaklandığına dikkat etmek gerekir. Nitekim münafıkların cehennemin en derinlerine atılacağını bildiren âyetlerde dahi istisna yapılmış, bunlardan tövbe edip kendini düzelten ve gönülden teslimiyet içine girenlerin Allah’ın büyük mükâfatlara layık gördüğü müminlerle beraber olacakları bildirilmiştir ayrıca bk. Nisâ 4/145-147; Tevbe 9/80. 7. âyette yer verilen “Resûlullah’ın yanındakilere geçimlik bir şeyler vermeyiniz ki dağılıp gitsinler” şeklindeki sözün, yukarıda özetlenen olay sırasında münafıkların başı tarafından söylenen küstahça ifadelerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte âyette, o olayla ve kişiyle sınırlı olmaksızın, her yerde ve her dönemde bulunan münafıkların zihniyetine ve fırsatını bulduklarında başvurdukları bir yola dikkat çekme mânası taşıdığı da açıktır. Çünkü kendilerini güçlü konumda hissedenlerin, kendi inanç ve düşüncelerine boyun eğdirmek istedikleri kişi ve topluluklara karşı uyguladıkları bu ekonomik baskı yöntemini kısa bir süre önce Mekke müşrikleri de müslümanlara karşı çok ağır bir biçimde uygulamışlardı. Âyette belirtildiği üzere münafıklar da aynı yöntemi uygulamayı denediler. Şöyle ki, ensarın Mekke’den hicret eden iman kardeşleriyle hemen bütün imkânlarını paylaşmaları onların kısa bir süre içinde kendi geçim düzenlerini kurmalarını sağlamıştı. Bunun yanı sıra, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in infakla ilgili teşvikleri neticesinde oluşan güzel bir yardımlaşma düzeni sayesinde, başta Mescid-i Nebevî’nin bir eğitim ünitesi gibi faaliyet gösteren Suffe öğrencileri olmak üzere diğer yoksul müslümanlar da maişetlerini karşılıyorlardı. Münafıklar da müslüman göründükleri ve müslüman muamelesi gördükleri için içtenlikle olmasa da bu düzene katkı sağlıyorlardı. Yine müslüman sayıldıkları için Abdullah b. Übey ve yandaşları kendi akrabaları ve has hemşehrileri olan ensarı etkilemekten geri durmuyorlardı. Âyette onların rasyonel bir tedbir olarak düşündükleri bu yolun her zaman aynı sonucu vermeyeceği, yerin ve göklerin mutlak sahibi ve mâliki olan Allah dilerse nice mahrumiyetleri geniş imkânlara dönüştürebileceği bildirilmekte, müminlerin maneviyatı yükseltilmektedir. Tabii ki bu maneviyat yükseltici ifade –konuya ilişkin başka âyetler ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında değerlendirildiğinde– müslümanlara dünya hayatıyla ilgili olarak verilmiş bir güvence anlamı içermemekte, aksine onlara dinin ve aklın icaplarını kavrama çabasını sürdürmeleri, sağlam bir imanla Kur’an’ın gösterdiği doğrultuda çalışmaya devam etmeleri ödevini dolaylı olarak hatırlatmaktadır. 7 ve 8. âyetlerin son cümlelerinde münafıkların bu hakikati kavrayamadıklarına, bilmediklerine vurgu yapılması da bu mânayı destekler niteliktedir. 8. âyette geçen izzet kelimesi sözlükte “güçlü ve üstün olmak, yenmek, saygın olmak” gibi mânalara gelen izz kökünden türetilmiş bir isim olup bu anlamların yanında bir kimsenin başkaları karşısında bedenî, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olmasını, baskı altına alınamaz bir konumda bulunmasını da ifade eder ve “âcizlik, alçaklık” mânasındaki “zillet”in karşıtı olarak kullanılır. Kur’an-ı Kerîm’de izzet kelimesi Allah, resulü ve müminler hakkında olumlu bir anlam ifade ederken, inkârcı ve münafıklar hakkında onların İslâm, Kur’an ve gerçekler karşısında bilinçsizce kapıldıkları kibir, gurur, inat ve öfke duygularını, bu duyguların etkisiyle işledikleri kötülükleri sürdürmelerini anlatır bk. Bakara 2/206; Sâd 38/2. Nitekim konumuz olan âyette de “izzet” ve “zillet” ile aynı kökten olup “güçlü olan” ve “zayıf olan” diye çevirdiğimiz kelimeler münafıkların sırf kaba kuvvete dayalı olarak düşündükleri bir üstünlüğü ifade etmekte; Allah’a, resulüne ve müminlere nisbetle kullanılan “izzet” kelimesi ise gerçek, kesintisiz ve sonsuz saygınlığı belirtmektedir. Bu sebeple Râgıb el-İsfahânî bunu “hakiki izzet”, bunların dışında kalanların kendilerinde vehmettikleri izzeti de “sunî izzet” olarak değerlendirmektedir. Kur’an’da ve hadislerde aynı kökten türeyen kelimeler arasında en fazla Allah’ın isimlerinden olarak “azîz” kelimesinin kullanılmış olması da bu anlayışı destekler niteliktedir daha fazla bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “İzzet”, DİA, XXIII, 555-556; ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/26; Fâtır 35/10. Kur’an’da, yer yer dünyaya aşırı düşkünlük göstermenin tehlikelerine ve dünya hayatının varlık sebebi olan sınavın icaplarından olarak insana bazı şeylerin câzip gösterildiğine sık sık değinilir. 9. âyetten açıkça anlaşıldığı üzere burada kişiye yüklenen ödev, onun ailesiyle ilgilenmemesi, kazanç sağlayıcı işlerle meşgul olmaması değil, hayatın tabii akışı içinde ve insanın doğasının bir gereği olarak zaten gösterilmekte olan bu ilgi ve meşguliyetin, hayatın gerçek anlamını unutturacak ve Allah’a kul olma bilincini yitirmeye sebep olacak bir sapmaya yol açmamasıdır ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/14; Enfâl 8/28; Sebe’ 34/37; Tegābün 64/14. İnsan kendisini dünya telâşının anaforuna kaptırırsa, âhiret için bir şeyler yapmak gerektiğine inansa bile, henüz önünde uzun bir ömür bulunduğunu düşünüp varlık amacına ilişkin görevlerini ileriye erteleme gibi yanılgılara kapılır. Değişmez gerçek olan ölümle yüz yüze geldiği zaman ise kendisine ek süre verilmesi için yalvarır. Ama sınav süresi dolmuş, artık sıra değerlendirmeye gelmiştir bu konuda benzer bir tasvir için bk. Mü’minûn 23/99-100; “ecel” hakkında bk. Enâm 6/2; Arâf 7/34. 7. âyette münafıkların başkaları için ve Allah yolunda yapılan harcamalar infak konusundaki hasis tutumları kınanmıştı; burada ise insanı lâyık olduğu yerde tutacak olan iki temel davranışa vurgu yapılmaktadır 1. Allah’ı anmayı yani O’nun kulu olduğunu unutmamak, 2. Sahip olduğu imkânları gönüllü olarak başkalarıyla paylaşmaya çalışmak. İnsanî değerler bakımından düşük düzeyde olan bireyler ve toplumlar, başkalarından ne koparabilecekleri, bu açıdan yüksek düzeyde olanlar ise başkalarına ne verebilecekleri üzerinde yoğunlaşırlar. İnsanlık tarihindeki çekişmelerin ve geliştirilen sosyal düzenlerin özü de bu iki noktadan bağımsız değildir infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261. Dua Hakkında Ayet ve Hadisler Kullarım sana, Beni sorduğunda söyle onlara Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar Bakara Suresi - 186 Rabbiniz şöyle buyurdu Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir. Mü'min Suresi - 60 Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki senin için Rabbime dua etmemle bedbaht emeği boşa gitmiş olmam. Meryem Suresi - 48 Böylece onun duasına icabet ettik Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik Enbiya Suresi - 84 Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız Enbiya Suresi - 88 Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi Bize derin saygı gösterirlerdi Enbiya Suresi - 90 Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir Allah, onların işlediklerini bilendir Nur Suresi - 41 De ki "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık bunun azabı da kaçınılmaz olacaktır" Furkan Suresi - 77 Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz Neml Suresi - 62 İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak, Rablerine dua ederler; sonra kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar Rum Suresi - 33 Onların yanları gece namazına kalkmak için yataklarından uzaklaşır Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler Secde Suresi- 16 O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri de size dua etmektedir O, mü'minleri çok esirgeyicidir Ahzab Suresi - 43 Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır Bunu herşeyden Haberi olan Allah gibi sana hiç kimse haber vermez Fatır Suresi - 14 İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlar De ki "İnkârınla biraz dünya zevklerinden yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın" Zumer Suresi - 8 İnsana bir zarar dokunduğu zaman, bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki "Bu, bana ancak bir bilgim dolayısıyla verildi" Hayır; bu bir fitne kendisini bir denemedir Ancak çoğu bilmiyorlar Zumer Suresi - 49 Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua kulluk edin; kafirler hoş görmese de Mümin Suresi - 14 Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki "Rabbinize dua edin; azabtan bir günü olsun bize hafifletsin" Mümin Suresi - 49 Bekçiler "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler Onlar "Evet" dediler Bekçiler "Şu halde siz dua edin" dediler Oysa kafirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir Mümin Suresi - 50 Rabbiniz dedi ki "Bana dua edin, size icabet edeyim Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen müstekbirler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir Mümin Suresi - 60 O, Hayy diri olandır O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O'na dua edin Alemlerin Rabbine hamdolsun Mümin Suresi - 65 İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş kapsamlı ve derinlemesine bir dua sahibidir Fussilet Suresi - 51 Ve onlar dediler ki "Ey büyücü, sende olan ahdi sana verdiği sözü adına bizim için Rabbine dua et; gerçekten biz hidayete gelmiş olacağız" Zuhruf Suresi - 49 Sonunda Rabbine "Gerçekten bunlar, suçlu-günahkar bir kavimdirler" diye dua etti Duhan Suresi - 22 Allah da "Öyleyse, kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, muhakkak takip edileceksiniz" diye duasını kabul edip cevap verdi Duhan Suresi - 23 Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua kulluk ederdik Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir" Tur Suresi - 28 Sonunda Rabbine dua etti "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım Artık Sen bu kafir toplumdan intikam al" Kamer Suresi - 10 Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu olan Muhammed, O'na dua ibadet ve kulluk için kalktığında, onlar müşrikler, neredeyse çevresinde keçeleşeceklerdi Cin Suresi - 19 De ki "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi ve hiçbir şeyi ortak koşmuyorum" Cin Suresi - 20 Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır "Büyük zorluklara dûçar olduğunuz zaman "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir" zikr-i ce-mîlîne devam ediniz." 1 "Cenâb-ı Hak, duada fazla ısrar edenleri sever." 2 "Eğer bir kul, Cenâb-ı Hakk'a bir hususda duâ eder de icâbet olunmazsa onun yerine bir hasene, yani bir sevâb yazılır." 3 "Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbuldür." 4 "İyilik görenlerin iyilik gördükleri kimseler hakkında ettikleri hayır duâları reddolunmaz." 5 "Ezân ile ikâmet arasında yapılan duâ müs-tecâbdır. Bu arada hemen duâ ediniz."6 "Kaderden sakınmak kaderi def etmez. Lâkin sâlihlerin duâsı, nüzûl etmiş ve edecek olan elem ve musîbeti def etmeğe ve kaldırmağa medâr olur. İş böyle olunca ey Allah'ın kulları, duâ ediniz." 7 "Kur'ân-ı Azîmü'ş-şan her ne vakit hatmolu-nursa akabinde yapılan bir duâ müstecâbdır." 8 "Bir kimsenin sevdiği bir kimse aleyhinde olan duâsının kabul olunmamasını Cenâb-ı Hakk'tan istirhâm eyledim." 9 "Bir farz namazını huşû' ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vakı' olacak bir duâsı müstecâb olur." 10 "Mazlumun bedduâsından sakınınız. Zîra bir kıvılcım sür'atiyle semâya icabete yükselir." Fâcir de olsa mazlûmun duâsı makbûldür." 11 "Cenâb-ı Allah buyurmuşdur ki "Kim bana duâ etmezse ona gadab ederim." 12 Zîrâ bu hal ya gafletten, yahut kibirden ileri gelir "Müslüman kardeşinin ayıp ve çıplak yerlerini setrederek onu dünyâda rüsvay etmeyen kimsenin ayıplarını Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde setreder." 13 "Bir yerde yangın vuku' bulduğunu gördüğünüz zaman ''Allahü Ekber' diyerek tekrar tekrar tekbîr alınız. Zîra tekbir yangını söndürür." 14 "Dünyânın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet ve asâyiş ve emniyet gibi esbâb-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ve tâat ile kendini takdîm et ki muzâyakalı sıkıntılı bir zamanda seni lutf ile yâd edip gözetsin."15 "Ana ve babaya iyilik ömrü artırır. Yalan söylemek rızkı noksanlaştırır, duâ kazaya siper olur." 16 "Kendisine iltica ile bir ricada bulunan kimsenin ricasını kesip atanın duâ ve ricasını da Allah kesip atar." 17 "Bir mü'mine yapılan zillet ve hakareti görüp de men'ine muktedir olduğu halde muâvenette bulunmayanları Cenab-ı Hak mahşerde zelîl eder." 18 "Her kim duâlarının kabûlünü, gam ve üzüntülerinin def olup kaldırılmasını arzu ederse sıkıntıda bulunanların imdâdına yetişsin." 19 "İşlerde istihâre edenler, yani Allah'dan hayır dileyerek rızâsına muvafık hareket edenler zarar etmezler. İstişâre edenler de işin sonunda pişman olmazlar. İdâr-i maîşetinde isrâf etmeyip i'tidâl yolunu iltizâm edenler de fakr u zarurete düşmezler." 20 "Bir işe başlamak istediğin zaman âkıbetini iyice tefekkür edip hayr u sevâbı mûcib ise devam et, şerr ü ıkâbı mûcib ise ictinâb et!" 21 "Hikmet on parçadır. Dokuzu uzlette, diğer biri de sükûttadır. Yâni mâlâyâniden, kendisini ilgilendirmeyen ve lüzumsuz bulunan şeylerden hıfzeylemektedir." 22 "Akâid-i fâside ve bid'at sâhiplerinin amellerini, ibâdetlerini Cenâb-ı Allah kabul etmek istemez." 23 Eğer tevbe edip ehl-i sünnet ve'l-cemâat i'tikadına rûcû' ederlerse kabûl eder. Ebû Hüreyre radıyallahu anh der ki Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır "Her bir peygambere etmesi için bir duâ verilmiştir. Ben ise ümmetime şefâat olmak üzere duâmı âhirete bırakmak istiyorum." 24 Enes bin Mâlik'den gelen rivayette ise Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem "Her bir nebî Allah'dan bir dilekte bulundu. Yahud, her bir peygamberin Allah'a edeceği bir duâsı vardı. Her biri duâsını yaptı ve kabul olundu. Ben ise duâmı kıyâmet gününde ümmetim için şefâat kıldım." buyurmuşlardır. Enbiyây-ı izâmın her duâsının müstecâb olması kuvvetle umulur ise de, kat'î olmayıp yalnız bir duâlarının kesin olarak kabûl edileceği kendilerine bil-dirilmişdir. O duâ, her bir nebîye Allah tarafından husûsî olarak verilen duâdır. Ezcümle Hazret-i Âdem -aleyhisselâm bu müstecâb duâsını tevbesinin kabûl olması için; Hazret-i Nuh aleyhisselâm- kavmininin helâki ve berâberindeki mü'minlerin kurtulması için, Hazret-i İbrahim-aleyhisselâm- -i Mükerreme ve Beytullah için, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- Fir'avn'ın helâki için, Hazret-i îsâ -aleyhisselâm- gökten bir mâide, sofra indirilmesi için etmişler ve müstecâb olmuşdur. Hazret-i Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ise, bu kesinlikle kabul olunacağı Allah tarafından te'min olunan duâsını, ümmetine şefâat için âhirete bırakmıştır. Ne mutlu O'nun sünnetine sımsıkı sarılan mü'minlere. Nu'man İbnu Beşîr radıyallâhu anh anlatıyor "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm "Dua ibadetin kendisidir" buyurdular ve sonra şu âyeti okudular. Meâlen Rabbiniz dedi ki "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen müstekbirler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. MÜ'MİN SURESİ / 60 Tirmizî, Tefsir 2973; Ebû Dâvud, Salât 358, 1479. Metin Tirmizî'ye aittir.[25] Ebu Hüreyre anlatıyor "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular "Abdesti olmayanın namazı yoktur. Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti de abdest değildir." Kütüb-i Sitte, 3621; Ebu Dâvud, Tahâret 48, 101. Ebu Hüreyre anlatıyor "Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ı işittim. Diyordu ki "Kim abdestinin başında Allah'ı zikrederse bedeninin tamamı temizlenir. Eğer Allah'ın ismini zikretmezse bu kimsenin sadece abdest uzuvları temizlenir." Kütüb-i Sitte, 3623; Rezin tahric etmiştir. Feyzu'I-Kadir, 6, 128. Rabâh İbnu Abdirrahmân İbni Ebi Süfyân İbnu Huveytip an ceddihâ an ebihâ 'dan rivâyete göre demiştir ki "Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim. Diyordu ki "Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kişinin abdesti yoktur." Kütüb-i Sitte, 3622; Tirmizi, Tahâret 20, 25.[26] Ø ABDESTE BAŞLARKEN BESMELE ÇEKMEK Ebû Sûfyân b. Huveytib ninesinden o da babasından bize bildirdiğine göre, şöyle demiştir Rasûlullah işittim buyurdular ki “Abdest’e başlarken besmele çekmeyen kimsenin abdesti yoktur.” Tirmizi, Tahâret 20,İbn Mâce, Tahara 29; Nesâî, Tahara 41- Biliniz ki, Allahu Teâlâ, kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez. Tirmizî, Daavât, 64 [27] Kaynak 1 Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî Kıyâme, 8; İbn Hanbel, Müsned, I/336. 2 Kenzû'l-irfân 57 Camiu's-sağîr'den 3 göst. yer. 4 Keşfü'l-hafâ, 1/495 Deylemî'den 5 Tirmizî, Birr, 5. 6 Tirmizî, Salat, 44, Deavât, 128; Ebû Dâvud, Salât, 35. 7 Tirmizî Deavât, 101; İbn Hanbel, Müsned, 5/224. 8 Kenzü'l-irfan, 59 Camiu's-sağîr'den Dârimî, Fezailü'l-Kur'ân. 33. 9 göst. yer. Keşfü'l-hafâ, 1/404 Dârekutnî'den 10 Buhârî, Cihâd, 180; Müslim, îman, 39; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Tirmizî, Zekât, 6; İbn Mâce, Zekât, 6;Dârimî, Zekât 1; Muvatta, Da'vetü'l-mazlûm, 1; İbn Hanbel, Müsned, 1/333. 11 Keşfü'lhafâ, 1/405 İbn Hanbel, Müsned'den 12 İbn Mâce, Duâ, 1; İbn Hanbel, 3/477 13 Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ebû Dâvud, Edeb, 28; Tirmizî, Birr; 19; İbn Mace, Mukaddime, 17; İbn Hanbel, Müsned, 3/91, 252. 14 Keşfü'l-hafâ, 1/89. 15 İbn Hanbel, Müsned, 1/307; Tirmizî, Deavât, 9. 16 Buhârî, Mevâkîtü-salât, 5; Müslim, İmân, 137; Ebû Dâvud, Edeb, 130; Tirmizî, Salât, 13; Neseî, Mevâkît, 51; İbn Mâce, Edeb, l. 17 Keşfü'l-hafâ, 2/272 Ahmed b. Hanbel, Müsned'den 18 İbn Hanbel, Müsned, 3/487. 19 Müslim, Müsakat, 32; İbn Hanbel, Müsned, 3/32. 20 Keşfü'l-hafâ, 2/185 Taberânî'den 21 Kenzü'l-irfan. 22 Keşfü'l-hafâ, 1/363 İbn Adiyy'den 23 İbn Mâce, Mukaddime, 7. 24 Müslîm, îman, 334, 335 vd. Buhârî, Deavat, I; Tirmizî, Deavât, 130; İbn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Rikak, 85; Muvatta", Kur'ân, 26. [25] DUANIN FAZİLETİ VE VAKTİ KutubuSitte7300 [26] [27] Sunen-i Tirmizi Tahâret Abdullah Parlıyan

imanla ilgili ayetler arapça ve türkçe